Geçmişe dön bir bak ve yaşamak istediğin o masalı aklında tut. Sımsıkı sarıl ona, kendinle bütünleştir. Bırak seni kendine çeksin. Tüm bedenin o olsun. Şimdi masalı geri geri sarmaya başla. En sonundan en başına doğru ta ki ‘bir varmış, bir yokmuş’ lafını hatırlayana kadar. İşte tam orada dur ve gerçek hayata gözlerini aç. Bak etrafa o masalı yaşıyor musun? Cevabın evet değilse geçmiş olsun. Hem sana hem de bana.
Sen ve ben masalların gerçek olamayacağını yıllar sonra kavrayan bir grubuz. Her geçen saniye de sayısı artan ve hiçbir zaman sayısı azalmayacak olan bir grup… Tüm bunlar ilk masalla başladı. Sayfalarını açıp yazılanları anlamadığımız ama resimlerine bakarken mutlu olduğumuz ilk kitabımız. Peki bu hayallere ne oldu? O masalsı hayatlara, prenses ve prenslere ne oldu? Nereye kayboldular? Aslında cevabı her zaman ortadaydı. Sadece biz çok küçüktük. Tıpkı kendi küçük dünyamızdaki gibi…
Göremediğimiz şeyler yoktu. Her daim her şey gözümüzün önündeydi. Hiçbir zaman yerlerinden oynamadılar. Dediğim gibi biz gerçekleri görebilmek için çok küçüktük. Saniyelerin birbirini kovalaması gibi yaşlarımızı kabul ederken gerçeklerde zamanla gün yüzüne çıktı. Aynı bir tohumun yeşerip topraktan kendini göstermesi gibi. Her şeyi anlamaya ve anlamlandırmaya başladığımız bu dönemlerde gerçekler bir tokat gibi yüzümüze çarpmaya başladı. Ya böyle olmadan önlemimizi alsaydık nasıl olurdu? Her şey daha mı kolay olurdu yoksa daha da mı zorlaşırdı? Bunun bir sürü yanıtı olabilir. Fakat hiçbir cevap geriye dönüp düzeltilemez ve en önemlisi de hiçbir cevap gerçekleştirilemeyecek kadar uzak.