Uçuşa hazır mısınız?
Bir elinizde yeni teslim edilmiş ve pasaportunuza sıkıştırılmış bir bilet. Diğer elinizde teslim edilmek üzere sıra beklediğiniz bir bavul. Peki aşk bunun neresinde..?
Aşk, tam olarak uçuş ve iniş anı gibidir. Başlangıcını ve bitişini en azından umut ettiğiniz gibi olmasını istersiniz fakat rötar ve türbülanslar bu durumu dışına çıkmanıza neden olur. İşte aşkta beklenen ve beklenmeyen duygular karışımıdır. Başlangıcı uçuş yolculuğuna doğru yürüdüğünüz o koridorda başlar. İçinizde başka bir yere gitmenin heyecanı kaplamıştır. Ama bu heyecan diğer heyecanları tarif eder gibi değildir, uçağa giriş yapıp yerinize oturduğunuzda bir tık diner gibi olur. Sonrasında kalkış saatinin söylendiği gibi olmadığını hala beklemede olduğunuzu fark ettiğinizde hayal kırıklığına uğramış olursunuz. Bu süre zarfında kalkış anında oluşabilecek olumsuzlukları düşünerek ve varış anında yeni bir yerde olmanın verdiği heyecan arası gidip gelirsiniz. (en azından içinizde benim gibi yükseklik korkunuz yoksa sadece kalkışa odaklanmazsınız) Son anons yapılıp kemerler bağlandıktan sonra kalp atışlarınız uçağın hızlanmasıyla aynı oranda yükselmeye devam eder. Son hızda ilerleyen uçağın tekerlekleri görevini sonlandırıp yerini kanatlara devrederken yükseliş gerçekleşmeye başlar. İşte aşkın en üst seviyeye ulaşma noktası da tam olarak burada başlar. Nabız normalden yüksek, ayaklar yerden kesilmiş, eller birbirine kenetlenmiş ve gözler hayranlıkla görsel şölen yaratan gökyüzünde..
Uçak varması gereken en tepe noktaya vardığı anda stabil konuma geçen tek şey nabız sayısı olur. Onun dışında kalkış anında oluşan tüm duygular yerini mutluluğa ve hayranlığa bırakır. Camdan dışarı bakıldığında bulutların üzerinde oluşun ve güneşin en temiz haliyle yüzüne vuruşu şimdiye kadar hiç hissedemediğini sandığın o tanıdık güven duygusunu hissetmeye başladığını fark edersin. Uçuşun kısa ya da uzun sürmesi önemli değildir. Önemli olan bu süre zarfında insanın içinde oluşan tarifi zor olan hislerin aşkla eşit olması.
Uçuşun gecikmesi gibi uçuş anında yolcuların tahmin edemediği ve bir o kadar korkuttuğu türbülansı da unutmamak gerekir. Her uçuşta olmayacağı gibi çoğu uçuşta olduğunu da göz ardı edemeyiz. İşte bu an dönüm noktasıdır. Sarsılan uçakla beraber stabil konuma gelen nabız tekrar yükselmeye başlar. Korku bir adımla diğer duyguların yerini alır ve kontrol edilemeyecek noktaya kadar taşır. En tepe noktası kişiden kişiye değişir. Bazıları soğuk kanlı olmaya çalışır, bazıları ağlayarak kendini ifade eder ve bazıları da gözlerini kapatıp kendini başka bir yerde hayal etmeye başlar. Türbülansın uzunluğu ve kısalığı hava koşullarına göre değişiklik gösterir. Ama ne kadar kısa olursa olsun insanda oluşan o korku uçağın tekrardan sakince süzülmeye geçiş yapmasıyla doğru orantılı değildir. Bunu dizginlemek kalkış anında hissedilen heyecanla bir değildir. Tabi ki uzun sürmez fakat etkisini unutmak biraz zaman alır. İçinde oluşan o korku aşkla yapışık gezen ‘kaybetme korkusudur.’ Gerçek türbülansta insan ölmekten korkar ama bunu aşka çevirirsek aşkın türbülanstaki korkusu ‘kaybetmektir.’ Aşkını ve aşık olduğu insanı..
Uçakta son anons geçildiğinde bir toparlanma başlar. Kemerler tekrardan bağlanır, gözler tekrardan cama doğru döner ve eller yine kenetlenmiş bir şekilde uçağın iniş anında oluşan rahatlama hissine odaklanılır. Aşkın dorukları bulutların üzerine çıkması ve yere inişle beraber son bulmaz. En azından istisnai bir durum dahi olsa bazı aşklarda böyle değildir. Bazıları iniş anında bile bulutların üzerinde hissettiği gibi hisseder ve ayakları hep yerden kesilmiş vaziyette olur. Bazıları içinde inişle beraber son bulur fakat her uçuş anında ilk hissedilen duyguyu ilk hissettiren anı hatırlatır. Çünkü ilkler her zaman özel olarak kalır.