Kişisel

Dikiz aynası


Evrenin oluşumunu anlatmaya gücüm ve bilgim yetmeyebilir fakat yaşamla mücadelenin ne zaman başlayıp ne zaman bittiğini dair ufakta olsa fikirlerim var..

İnsanoğlunun yaşamla mücadelesi tarihin tozlu sayfalarıyla sınırlı değildir. İnsanoğlu doğası ve yaratılışı nedeniyle hep mücadeleci bir varlıktır. Mücadelenin başlangıcı gibi sonu da her zaman bellidir. Bu sadece net bir tarih ve saate bağlı değildir. En azından insanlık açısından..

Daha derinlere inersek eğer;

Kadın, anne olmayı istediğinde ve buna kendini hazırladığında doğa bunun için birlik olmaya başlar. Uygun ortam ve zaman oluşturulduğunda rahmine bir tohum düşer. Bazen bu sayı artışta gösterebilir. İşte o tohumun mücadelesi beraberinde harekete geçer ve yaşama tutunma serüveni ortaya çıkar. Aslında en büyük mücadele Dünyayı görmeden, ne için savaştığını bile bilmediğin olabilir. Sonrasında sırayla her şey bir düzen içinde onu bekler. Bazen tahminlerinden farklı bir Dünyaya gözünü açar bazen de yorgunluktan bitap düşüp ne yapacağını bilmez bir hale gelir. Fakat doğası gereği anne karnından kurtulup zamanla oturmayı ardından yürümeyi öğrenir. Aslında her şey kuralına uygun bir şekilde devam eder. Tabi bazen kurallar bilinenlerin dışına çıkıp değişiklik gösterebilir. Hayat sürpriz bir paket gibidir ve bu paket bazen çelme takmaktan büyük zevk alır ama hayatın bilmediği şey insan dediğimiz canlının her zaman zırhını kuşanıp savaşa hazır beklediğidir. Aldıkları yaraları büyük olsa bile..

Bence insanoğlu bu hayatta iki kere en büyük mücadelesini verir. Birincisi dediğim gibi anne rahmine düştüğünde ikincisi de gözlerini asıl dünyaya açtığında. Birincisi, ikincisi kadar zor olmasa da hiçbir şey bilmeyen birisine göre yine de her şeyin üstesinden mükemmellikle gelmek mucizedir fakat ikincisi kuralına göre oynadığı halde yanlış yaptığını anladığında ortaya çıkar. Nasıl vücudumuzdaki organlar birbiriyle uyum içerisinde senkronize olmuş bir şekilde hayatta kalmamızı sağlıyorsa insanda her şeyin bir uyum içerisinde devam edeceğini sanıp ona göre şekillenir. Bu bazen mümkün olmayabilir ve bazı insanların sınır ihlali yüzünden sarmal karmaşaya uğrar. Buna alışık olmayan yürümeye yeni başlamış bir bebeğin döneme geri döner. Ama bu sefer bir yetişkin olarak yürümeyi öğrenir. Akıllanmış olan koşmayı değil yere sağlam basmayı öğrenmek ister. Her şey sıfırlanmış gibi görünse de öyle değildir.

Hayat araba gibidir. Sürücüsü kaç yaşında olursa olsun daima hazır ve nazırdır. Gaz ve fren tıpkı normal arabalar gibi şoförün kontrolündedir. Kuralları aynı gibi görünse de normal yaşamdan bir hayli farklıdır. Dikiz aynasına ve yan aynalara devamlı bakarak araba kullanılamayacağı gibi bunu yaşamında da yapamayacağını hatırlatır. Çünkü devamlı dikiz aynasına bakmak ölüme bile bile davetiye çıkartmak gibidir. Geçmişten kopamamış ve önünü görmekte zorlanan hatta görmek istemeyen bir ruhu yaşayan bir bedene hapsetmek, yapılan en büyük kötülüktür. İşte insanoğlu bu sırada gözlerini bir daha Dünyaya açar. Bazıları kuralların dışında oluşan ve değişen sarmalı kabul edemez. Ya inkar eder ya da olmamış gibi kaldığı yerden devam eder. ( En azından etmeye çalışır.) İnkar eden ve ısrarcı olan geçmişe hapsolmaya mahkum edilir. Aslında bunun en büyük nedeni hayal kırıklığıdır ve arkadaş olarak yanına da kabul edememeyi alırlar. Ama hayat ne yazık ki denildiği gibi kısadır. Aldığımız nefes kadar derin ve bir o kadara hızlı. Bu yüzden dikiz aynasını ve yan aynaları kontrollü kullanmak hayat kurtarır. Bedenini olmasa bile ruhunu korumak için bu şarttır.

‘Geçmiş, geçmesi gerektiği için ordadır. Geriye dönüp bakarak hayatına devam etmek kendini yok saymakla eş değerdir. Geçmiş ne aklında ne de kalbinde yer almamalı.. Geçmiş senin sadece önündeki ışığına engel olan perdenin aralanmasına yardımcı olandır. Ve o perdeyi araladığında gördüğün manzarayı asla değişmemelisin.’

Bunlar da hoşunuza gidebilir...

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir