Yıllar, yıllar önce…
Amcamın günler öncesinden söz verip sonrasında unuttuğu ama bizim çocuk aklımızla unutmadığımız gün gelip çattığında dışarı çıkartana kadar başının etini yediğimiz bir Pazar günü.
Hızlı hızlı bir hevesle hazırlanır, arabada yerimizi alırdık. Amcam yerini alıp kontağı çalıştırmasıyla radyodan kulağımıza siyah beyaz filmlerin içine ışınlanmamıza vesile olan o güzelim eski Türk sanat musikisi çalınmaya başlardı. şimdi hastası olduğum musikilere o zaman pekte hasta olamıyordum. Haliyle çocuk aklımla o zamanın cicili biçili şarkılarını dinlemek isterdim, isterdik. Fakat hiçbirimiz değiştir demeye yeltenemezdik. O yüzden tüm yol boyunca ve yollar boyunca hep dinlerdik. Şuan dönüp bakıyorum da iyi ki diyorum. Şimdi açıp dinlediğimde eskilerin ne kadar temiz ve güzel olduğunu anlıyorum.
Aynı durum eski filmler içinde geçerli. Dönüp saatlerce gıkımı bile çıkartmadan tüm eski filmleri izleyebilirim. Ne kadar absürt olsalar da ne kadar sonunu biliyor dahi olsam da şimdiki yeniliklere göre eskilerin en güzel yanı ‘her ne olursa olsun, her ne zorluk yaşarsan yaşa sonunda mutluluk hep var demeye’ getiriyor..
Ben siyah beyaz zamanları kendi içimde yıllarca büyüttüğüm aşkıma benzetiyorum. Saf ,temiz, içten ve bir o kadar gerçekçi…